Bir ay evvel geçtim: Arpalar sararmış, buğdaylar yeşildi; bazı yerleri gelincikler bürümüş, kızıla boyamış bazı taraflarını har dallar basmış; altına çevir mişti. Papatya kokulu se rin bir rüzgâr esiyor, Amik üstünde taze ekinlerle gö veren otlardan örülmüş hoş renkli, atlastan daha parlak, muslinden daha yumuşak, geniş, şahane bayrak, çiftçi yurdunun mukaddes bayrağı tarlalar, gönüllere sarılan bir haşmetle ağır ağır, nazlı nazlı dalgalanıyordu. Rızk ve nimet diyarının ne öldürücü sıtmadan, ne çürütücü bataktan, ne keskin kıştan, ne hain sıcaktan, ne afetten, ne haşarattan yılmaz ve korkmaz askerleri, kahraman çiftçiler, size saban kullanmamış çelimsiz fakat vicdanlı, hisli elemle, kardeşçe selam! Selam mübarek toprak! Evet, bir ay evvel geçtim, daha yaz başlamamıştı. Bataklarında henüz sazlar süzgün, nilüferler çürük, kurbağalar yorgun ve sular ölgün değildi. Daha sıcak basmamıştı; Güneş henüz yakmıyor, hava daha boğmuyordu. Bahardı: üveyikler ötüyor, kırlangıçlar uçuyor, kuzular koşuyor, danalar böğürüyor, her tarafında taze mevsimin neşesi seziliyor, gülüşü duyuluyordu. Bahar içinde idik: Amik güzel havalı, hoş kokulu, güler yüzlü, renk renk, sıhhatte bir yerdi. Tepeleri karlı koca koca dağlardan etrafına devlerin çit çevirdiği, tarhlarına meleklerin kanaviçe işlediği engin bir bahçe idi. Ötesine berisine periler ipek kanatlarını germiş, hevengler kurmuş, huriler buluttan eteklerini açmış, gölgeler serpmişti. Baharın şevki ve mahsulatın rengi içinde burası bambaşka bir yer, bilmediğimiz bir dünyanın gam görmemiş rengarenk bir köşesi, yas çekmemiş insanlarla meskûn bir mesud yuvası idi. Zira daha yaz gelmemişti. Daha nehirleri şakırakdı, insanları kıvrak… Daha sular pıhtılanmamış, hava çürümemiş, damarlara zehir karışmamış, sıtma baş göstermemişti. Amik tatlı renklerin hışıldadığı bir ekin seli, her su katresinden bir başak fışkırmış feyz deryası, her kum tanesi altında bir demet yetişmiş bereket sahrası idi. Öyle azametli, eni sonu bulunmaz, kavranmaz ve kuşanılmaz görünüyor, insana istikbalden emniyet veriyor, bitmez tükenmez bir hazine geliyordu. Ogün böyle idi, fakat yarın? Tabiat şan u senk üstünde allı morlu, pullu pırlantalı elbiselerini dalgalandırarak tatlı titreyişlerle baygın baygın raks eden bu bahar kızının, bu ekin perisinin çehresini, yarın, sıtmanın karaltısı ve miyasmanın yası kaplayacak, şevk içinde oynayan çevik bedenini hastalığın sarsıntısı saracak, taze yıkanmış körpe vücudunu mikropların teri basacaktı. Şimdi billur gibi pırıldayan akıcı suları yarın, erimiş bir kurşun gibi bulanıp ağırlaşacak, şimdi damarlara kan ve kana sıhhât katan hava, peltelenerek emilmez ve içilmez bir hal alacak… Amik yarın, kısa saadet rüyasından uyanarak, felaket içinde gözünü açacaktı. Etrafındaki yüksek dağ yamaçlarında çamlar sevda fısıldar, çınarlar pazu şişirir ve insanlar iksir içerken, aşağıda ovanın gayya kuyusunda sivrisineklerin vızıltısıyla dolu, zehirli iğnelerin kaşıntısıyla muzdarip, güneşten zebaniler ve hastalıktan ifritler elinde Amik çiftçisi canından bezecek, dünyasından usanacaktı. Fakat durmayacak, çalışacaktı. Daha sonra yaşlık içinde yanık bu merhametsiz toprak, güz mevsimi gelince dört tarafını çeviren dağların tunç sırtlarından kayıp gelen taşkın sellere gömülecek, gırtlağına kadar suya batacak, sır-ı sıklam bir tufan ömrü sürecek, köylünün rutubet iliklerine işleyecek, ıslaklık ciğerlerine geçecekti. Fakat durmayacak, yine didişecekti. Derken kış gelecekti. Fırtınaların top oynadığı, sağanakların yarışa çıktığı tipilerin güreşe tutuştuğu bu afetler stadyumunda, yarın sıtma ateşinin yaktığı vücutları soğuğun dişleri kemirecek, sineklerin ateşten kıllarla soktuğu yerlere karların buzlu iğneleri girecekti. Her yer donacak, sazdan yapılmış yaş yurtlarında çiftçi buz kesecekti. Fakat durmayacak yine uğraşacaktı. Hulasa, Amik, sıcağın boğucu alevleriyle, soğuğun aç pençesi ve yağmurun çürütücü deraguşlarıyla daimen boğuşacak, felaketlerle gırtlak gırtlağa gelecek, afetlerle kucak kucağa dövüşecek, zayıf vücudundan beklenilmez bir kudretle, tabiatın hücumlarına karşı koyarak, işte, şimdi, tatlı tatlı seyrettiğim gibi, önüme her tarafı ekilmiş şu zümrüt ovayı hazırlayıp çıkaracak, yeşil çiftçi bayrağı, büyük zaferinin bir haşmetli alameti olarak karşıma serecekti! Amik çiftçisi, ziraat ordusunun yüz yerinden yaralı, ciğerleri yanık ve gönlü mahzun, fakat kahraman, galip bir neferidir. Şimdi bana, şu tepeden bakarken öyle geliyor ki sarışın arpaların altın hurufatıyla zemine bu misilsiz gazanın bir uzun destanı yazılmış ve bu beliğ destan gelincik çiçeklerinin yakutlarıyla süslenerek, buğdayların yeşil çuhasına sarılıp, her cefaya rağmen, yine bir (tevhid) ve bir (tazarru) gibi Allah’ın gözü önüne serilmiştir.
Beliğ: Güzel anlatım
Çuha: Yün kumaş
Deraguş: Kucaklama
Feyz: Bolluk, bereket
Heveng: Asılı meyve salkımı
Hurufat: Harfler
Hülasa: Özet
Katre: Damla
Meskûn: Yerleşik
Misilsiz gaza:Eşsiz zafer
Miyasma: Eskiden salgın
hastalıklara yol açtığına
inanılan etken
Muslin: Bir cins kumaş
Muzdarip: Sıkıntıya düşen
Mütefessih: Kokuşmuş
Seng: Taş
Tarh: Düzenleme
Tazarru: Allah’a yalvarma
Tevhid: Birlik