Hatay, öylesine ilginç, öylesine muhteşem güzelliklere sahip bir kent ki, insan ömrü bu güzelliklerin tamamını tanıyıp öğrenmeye yetmeyecek kadar kısadır. Kur’an-ı Kerim’de Tin suresinde kutsal yiyecekler “tin ve zeytun” üzerine and içilir, sonra Sina dağı’na, Mekke’ye- Buradaki tin ve zeytun bize incir ve zeytin diyarı Altınözü’nü çağrıştırır. Bugün Zeytinyağı ile ünlenen Altınözü, Hatay tarihînde ayrı bir öneme sahiptir. Sadece zeytinyağı değil, çalışkan insanları kadar, tarihi değerleri, antik dönemden kalma ören yerleri ile de önemli bir zenginliktir. Yüzyıllardır Türk, Arap, Ermeni, Hrîstiyan, Müslüman öylesine bir arada yaşamışlar ki, bu güzel birliktelik isimleri Altınözü’ne uymuş. Altınözü evvelce Kuseyr Yaylası olarak bilinirdi. Kuseyr, Arapça kasr “kale, küçük saray” sözcüğünden türemiştir. Bölge, Sarılar ve Fatikli mahallelerinin birleştirilmesi ile 1945 yılında Altınözü ismini almıştır. Tarihin birçok devresinde, değişik kültür ve dinlerin egemenlik kurmak amacıyla işgal ettiği, yendiği, yenildiği bu topraklarda barış ve kardeşliğin simgesi olan zeytin, ilçeye adını verdiği gibi hayat da vermiştir. Barış ve kardeşliğin çok kültürlü yaşamıyla Hatay’da önemli bir köşetaşı olan ve Türklerîn, Müslüman ve Hıristiyan Araplarla bir arada yaşadığı Altınözü’nden, evvelce Helen Kralları’nın yazlıklarının bulunduğu, Türkiye’nin tek Ortodoks Arap köyü olan Tokaçlı köyüne misafir oluyoruz. Vakıflı köyü Türkiye’nin tek Ermeni köyü olmasına karşın Tokaçlı köyü de Türkiye’nin tek Arap-Ortodoks köyüdür. Tokaçlı’nın tarihini köyde neredeyse bilen yok. Bölge 600’lü yılların ortalarına doğru Arapların, daha sonra Haçlıların, 1268 yılında ise Memlukluların eline geçmiş. Yavuz Sultan Selim 1517 yılında bölgeyi fethettikten sonra, 1921 yılında Fransızların Hatay’ı işgal etmeleriyle Fransızların eline geçmiş. 1939 yılında Hatay Devieti’nin kuruluşundan Türkiye’ye ilhaka kadar olan sürede özellikle Kuseyr bölgesinde Fransıziara karşı direniş ve mücadele oldukça etkili olmuştur. Bugün Altınözü’nde yaklaşık 400 hane Arap Ortodoks yaşamaktadır. Eski Ortodoks köyü olan Sarılar Mahallesi’nde 13. yy’da yapıldığı tahmin edilen Mar Circos Kilisesi dikkatinizi çeker. Kilise’nin giriş kapısında Mar Circos Türk Hristiyan Ortodoks Kilisesi ibaresi bulunmakta. Kilisenin giriş kapısı üzerinde Arapça olarak 1897 tarihi görülür. Muhtemelen bu tarihte kilise büyük bir onarım görmüştür. Tokaçlı köyünün merkezinde bulunan kilisenin giriş kapısının üzerinde “T.C. Maria Ana Rum Ortodoks Kilisesi Tokaçlı Köyü” yazılıdır. Giriş kapısının sol tarafında ise mermer üzerine Türkçe On Emir yazılı kitabe görülüyor. On Emir, Hz. Musa’nın yani Museviliğin temel kurallarını içerir. Hristiyan kilisesinde On Emir ile karşılaşmak bana oldukça ilginç geldi. On Emir On Emir (Arapça: Evamir-i Aşere, Klasik İbranice: Aseret ha-Dvarîm, İbranice: Aseret ha-Dibrot, Latince: Decalogus), dini inanışa göre, Musa’ya Sina Dağı’nda Tanrı tarafından 2 taş tablet üzerinde verildiği söylenen bir dizi dini ve ahlaki yaptırımlardır. Emirler, Tevrat Çıkış (Exodus) / Bab 20’de yer almaktadırlar: 1. Başka ilahların olmayacak. 2. Kendin için oyma put yapmayacaksın. 3. Allah’ın ismini boş yere ağza almayacaksın. 4. Altı gün işleyeceksin fakat yedinci gün Allah’ın Rab’e mukaddestir. 5. Babana ve anana hürmet et. 6. Katletmeyeceksin. 7. Zina etmeyeceksin. 8. Çalmayacaksın. 9. Yalan söylemeyeceksin. 10. Haset etmeyeceksin.
Mermer üzerindeki Çıkış (Exodus) 20 Bab 3 ve 17’de yer alan On Emir, Samandağı sahillerinde yaşadığı ileri sürülen ve bu bölgede Hızır Aleyhisselam’la arkadaşlık eden Hz. Musa’nın dini öğretisine, Museviliğe ait. Yani, Ortodoks Kilisesi girişinde Hz. Musa’nın on emri. Kilise binasının ne zaman ve kimler tarafından yapıldığını bilen yok. Bina üzerinde de herhangi bir işaret ve kayıt bulunmamakta. Duvarlardaki çatlaklar yer yer sıvanmasına rağmen bina, kapsamlı bir bakım ve onarıma muhtaç görünüyor. On Emir’in dördüncüsündeki “Altı gün işleyeceksin fakat yedinci gün Allah’ın Rab’e mukaddestir” emri, hala İsrail’de uygulanan temel kurallardan biridir. Yom Kippur ya da Kefaret günü olarak kabul edilen bu günde çalışan cezalandırılır, lanetlenir. Tokaçlı köyünde bu kuralın uygulandığını sanmıyorum. Çünkü Ortodoks Hrîstiyan olan bu köylüler çalışmaktan büyük keyif alıyorlar. Sıcakkanlı bir bayanla karşılaştık, önünde çuvalla ceviz, kabuklarını soyuyor. Tokaçlı köyü, Türkiye’de ceviz reçelinin belki de en güzelinin yapıldığı yer. Öyle bir sektör haline gelmiş ki, Antakya’da açılan bir işyerine siparişleri yetiştiremez hale gelmiş. Meryem Ana türbesini sorduk. Köyün biraz üst kısmında bir yer gösterdiler. Köylülerin “Meliki Heiuni” dedikleri yer burası olsa gerek. Çok basit, sade, yeni onarımdan geçirilmiş eski bir bina. Meliki Heluni tanımının Helen kralları, melikleri anlamında kullanıldığını sanıyorum. Antakya’da egemen Helen krallarının mezarlarının bulunduğu yer, bu tepe olsa gerek. Köyün nüfusu gittikçe azalmış. Tokaçlı köylülerinden bazıları Türkiye’deki diğer Ortodoks kiliselerinde çalışıyor. Bir kısmı da yurtdışında, Almanya, Yunanistan, Kanada, Amerika dahil birçok ülkede iş sahibi olmuşlar. Antakya’da özellikle ceviz reçeli üreten ve pazarlayan dükkanları var. Zeytin ve zeytinyağı üretiminde de etkililer. Hatay’ın ilginç, bir o kadar da benzersiz (Türkiye’de başka örneği olmayan) Tokaçlı köyünde bizi üzen ise, eski taş binaların yerini lüks beton binaların alması. Taş evlerin ancak bir iki tane kaldığı köyde, kendinizi bir köyde değil, tarımla iç içe yaşayan bir kentin kıyısında hissediyorsunuz. Taş evlerden oluşan eski Tokaçlı’daki sıcaklık yitmiş, yerine renkli sıvaların süslediği “aykırı” bir hava egemen olmuş. Antakyaiı Helen Melikleri’nin sıcak yaz aylarında gelip yaşadıkları Tokaçiı’da rivayet edilir ki ünlü Bizans komutanı Romen Diyojen’de kalmış. Kimilerine göre Kilise yakınlarında mezarı var. Alpaslan’a yenilen Romen Diyojen Bizans başkentine dönmek yerine Kudüs’e yakın bu bölgede, muhtemelen Tokaçiı’da birkaç yıl yaşamıştır. Bizi asıl etkileyen ise, Türkiye’nin en yaşlı insanını burada görmek oldu. Eski bir taş evin kapısını çaldık. Bahçeli bir ev, bahçeye bakan bir sıra oda. İçerde yaşlı bir amca oturuyor. Biraz Arapça konuşuldu. Sonra tercüman aracılığıyla biz sorduk o anlattı. Adı İiyas Yıldırım. 113 yaşında. Ama bizden daha berrak bir zihin, çok güzel bir Arapça ile o anlattı, biz dinledik. Acılarını, işgal yıllarını, komşu alevi köyün yakılmasını, Halep, Şam, Beyrut derken sonra köyüne gelmiş. 1927 yılında evini yapmış. O gün, bu gündür burada yaşıyor. Şimdi yaşlı ve yorgun bedenini dinlendirmekle yetiniyor. İskenderun Ortodoks Kilisesi Rahibi Dimîtrî Yıldırım’ın babası. Hayatın tüm acılarını, sevinçlerini, güzelliklerini tatmış 113 yaşında bir beyefendinin daha fazla yorulmasına gönlümüz elvermedi. Saygıyla eğildik ve yanından ayrıldık.